24 Şubat 2011 Perşembe

Budapeşte-3, Pal Sokağı Çocukları ve Dönüş

Sabah 6 da kalkıyoruz. Toparlanma filan derken saat 7 ye doğru çıkıyoruz hostelden. Otobüs terminali zaten 10 dk mesafede. Terminale vardıktan 5 dk sonra otobüsün perona yanaştığını görüyorum. Daha önce bahsettiğim gibi, bu sefer Orange Ways firmasıyla gidiyoruz. Otobüsleri Eurolines'a göre daha konforlu. Bagaj için bilete ek olarak çanta başına 1 Euro veriyoruz. Yolculuk tahminen 6 saat sürecek, yani öğlen 1.30 gibi tekrar Budapeşte'ye gelmiş olacağız.

Otobüste yanımda Katrina adında bi kız oturuyo. Budapeşte'de ekonomi okuyormuş fakat Prag'da yaşıyor. Artık tüm derslerini bitirmiş, yarın bitirme tezinden sınavı varmış. Bitirme tezini inceliyorum (hani çok da anlarmış gibi) ; Ukrayna'nın dış ticaretiyle ilgili bir tez. Otobüste ilginç bir özellik de bira içmenin serbest olması. Otobüs Bratislava üzerinden Budapeşte'ye gidiyor. Böylece geçerken de olsa Slovakya'yı görmüş oluyorum. Bratislava'da 30 dk mola verdikten sonra yola devam ediyoruz.

Saat 1.30 da Budapeşte'ye geldik. Tekrardan bildiğim bir şehirde hissediyorum kendimi. Hemen metroya binip Ferenciek Tere'de iniyoruz. Burası Budapeşte'de kaldığımız hostelimizin bulunduğu yer. Dün gece hostele mail atıp, bugün için Budapeşte'de olacağımızı ve gündüz çantalarımızı bırakacak bir yere ihtiyacımız olduğunu söylemiştim.  Onlar da beklediğim şekilde hostele bırakabileceğimizi söylemişti. Ve tekrardan sıcak ekibinden dolayı çok sevdiğim Colors hostele geliyoruz. Girişte yine Riiga var, ilk gün olduğu gibi. Önce bizi gördüğüne şaşırıyor. Durumu anlatıyoruz. Çantaları bırakıp biraz dinleniyoruz; ve tabi ısınıyoruz. Çünkü bügün hava gerçekten çok soğuk. Eğer geçen haftadan beri hava böyle soğuk olsaydı gezimiz tam bir felaket olurdu. Allahtan son gün soğudu hava; baya şanslıyız.

Tekrar dışarı çıkıp önce hediyelik eşya satan hemen hostele yakın bir yere gidiyoruz. İlk gelişimizde buralara keşif gezisi yapmıştık, şimdi ise alışveriş için gidiyoruz. Secret box almak istiyoruz. Budapeşte'ye has ve burayı hatırlatacak çok güzel bir anı olacak. Fakat açma kapama kısmında secret box larda baya bi sorun yaşıyoruz. 10 kere açıp kapatsan iyice yalama olup bi daha kullanılmaz gibi geliyor bana, almaktan vazgeçiyorum. Fakat ilerde bir gün sağlam malzemeden yapılmış kaliteli bir kutu görürsem mutlaka alıcam. Dükkandan çıktıktan ve bir şeyler de yedikten sonra artık daha önceden belirlediğim hedefe gitmeye hazırız.

İlkokuldayken, muhtemelen 4. veya 5. sınıfta okumuştum Pal Sokağı Çocukları kitabını. Yaklaşık 100 yıl önce yazılmış bir kitap, yazarı da Ferenc Molnar. Aklımda fazla bir şeyler kalmamıştı tabi; kendi aralarında mücadele eden çocuklar ve kitabın kahramanı Nemecsek dışında....


to be continued

23 Şubat 2011 Çarşamba

Prag-2

Sabah olunca mesai de başlıyor. Her zamanki gibi duş, kahvaltı filan derken 9 gibi çıkıyoruz dışarıya. Bugün de çok güzel bir hava var, oldukça şanslıyız. Hedef kale tarafına gitmek. Prag'ın önemli kısımlarından biri burası. Harita elimde daha önce hiç gitmediğim güzergaha doğru gidiyorum. Biraz dolandıktan sonra nehri görüyorum; Vltava nehri. Prag'ı ortadan ikiye bölen ve üzerinden köprüler geçen nehir. Köprünün üzerinden ilerliyoruz.


Köprüden geçtikten sonra artık şehrin diğer yakasındayız. Biraz nehir boyunca ilerledikten sonra iç taraftan doğru yürümeye başlıyoruz. Bir parktayız ve artık daha yüksekten bakıyoruz nehre ve nehrin diğer yakasında kalan Prag'a; Stare Mesto(eski şehir) ve Nove Mesto(yeni şehir)'ya.


Park nehre paralel olarak devam ediyor ve burada yürümek gerçekten çok zevkli. Arka planda ağaçların arasından gözüken boğazı izleyip temiz koru kokusunu ciğerlerinize çektiğiniz Hidiv korusunda yürümek gibi olmasa da, burası da hiç fena değil. Yürüye yürüye kaleye de geldik. Burada Prag kalesi ile birlikte bir katedral, kilise ve bir kaç bina daha var. Oldukça eski bir kale; Avrupa'daki en eskilerden biri. Bir ara merdivenlere oturup dinleniyorum, etrafı gözlüyorum. Tatlı bir ufaklığın meraklı ve güleç ifadesi neşemi daha da artırıyor; yaşamak güzel şey...


Kale kısmında baya kalıyoruz. Önce katedrali geziyoruz. Biraz etrafta dolandıktan sonra kalenin burçlarından şehri izliyoruz. Hemen kalenin altında Mala Strana var. Burası da Prag'daki en eski yerleşim yerlerinden biri. Birazdan gideceğimiz ve Kafka'nın evinin de bulunduğu yer. Önceden burası ayrı bir şehirmiş. Daha doğrusu gezdiğim bir çok şehirde şunu gördüm: Şu anda mahalle olan eski yerleşimler aslında zamanında başlı başına şehirlermiş. Fakat şu anda bu mahallelerin birleşimiyle tek bir şehir olmuşlar. Buranın manzarası oldukça güzel. Sessizce akan Vltava nehrini, üzerinde kurulu köprüleri ve Prag'ın genel görüntüsünü buradan izleyebilirsiniz.Zaten oldukça kalabalık, burası her turistin muhakkak geldiği, şehrin olmazsa olmazlarından bir yer.


Kaleden ayrılıp aşağı doğru iniyoruz; Mala Strana'ya doğru. Burası da tamamen tarihi yapılardan oluşan, dokunun hiç bozulmadığı bir bölge; Vltava nehrinin kıyısında uzanan huzur verici bir yerleşim. Kafka'nın izlerine her köşesinde rastlayabileceğiniz bir şehir Prag. Mala Strana'da da Kafka'nın evi ve Kafka müzesi var; müzenin önünde de ilginç bir fıskiye örneği...


Dolanıyoruz sokaklarında Mala Strana'nın. Bir çok şehirde benzerlerini görebileceğiniz, aşıkların isimlerini yazıp astıkları kilitlere burada da rastlıyoruz. Sevdikleriyle hiç ayrılmamalarını simgeleyen şekilde kilitledikleri bu asma kilitlerle bunu uman bir sürü aşık...


Mala Strana; gezmek, sokaklarında dolaşmak için mükemel bir yer. Her bir köşesi görülmeye değer.  Ve Charles köprüsü. Prag'ın en meşhur köprüsü burası. Trafiğe kapalı; üstü turist kaynıyor. Köprüden yavaş yavaş ilerleyerek bol bol fotoğraf çekiyorum.
Köprünün giriş çıkışında temsili kıyafetlerini giyinmiş, ellerinde kılıçla bekleyen görevliler sizi hayalen yüzyıllar öncesine götürüyor.


Köprüde bir çok farklı köpüde gördüğümüz gibi yine ressamlar var. Geleneksel müzik yapan gruplara da rastlayabilirsiniz ayrıca. Tekrar pit stop yapmak için hostele gidiyoruz (kaldığınız yerin şehrin göbeğinde olması hakketen çok büyük avantaj). Dinlenip karnımızı doyurduktan sonra tekrar dışarı çıkıyoruz. Tekrar Charles köprüsü civarına gidiyorum çünkü burası Prag'daki en güzel yerlerden biri ve buranın akşam manzarasını mutlaka görmeliyim. Manzara büyüleyici; güzelim şehrin akşamki hali de bir başka. Işıklandırmayı da oldukça iyi ve yerinde kullandıklarını görüyorum gezdiğim şehirlerin. Gözü yoran beyaz ışık yerine sarı ışık kulanılıyor genellikle. Ayrıca ışık kullanılırken çok abartılı tonlardan da kaçınılıyor; tam olması gerektiği kadar ışıklandırma yapılıyor. Bu şekilde tarihi hava da gölgelerle bezenmiş bir ışıklandırmada daha fazla muhafaza ediliyor.

Bu çevrede çok fazla sayıda hediyelik eşya satan dükkan da var. Kendime bir Prag t-shirt ü alıyorum.
Artık akşam olduğundan ve biz de şu an köprünün üzerinde olduğumuzdan biraz üşüyoruz. Tekrar eski şehir tarafına doğru dönüyoruz. Yine gezmekten inanılmaz keyif aldığım o tarihi sokaklardan ilerliyorum...

Akşam 10 a doğru hostele dönüyoruz. Çantalarımızı toplama vakti geldi, yarın sabah 7.30 da Budapeşte'ye dönücez çünkü. Türkiye'ye dönüş heyecanı da başladı. Ayrıca bu gece hosteldeki son gecemiz olacak. Yarın geceyi Ferihegy hava alanında geçirecez çünkü uçağımız bir sonraki gün sabah 6 da.

11 Şubat 2011 Cuma

Prag-1

Sabah 7 de uyanıyorum. Bugün hava biraz kapalı, hatta damla damla cama vuran yağmuru duyabiliyorum. Hüzünlü şehir Prag'dan da böyle bir karşılama beklenirdi zaten. Birazdan kahvaltı yapıp şehri turlamaya başlıycam...

Saat 9.30 da hostelden ayrıldık. İlk önce Budapeşte'ye dönüş biletini almak icin terminale gitttik. Fakat her zaman kullandığımız Eurolines'tan pazar günü seferleri olmadığını öğrendik. Eee napcaz şimdi derken ilk önce trenle gitmek geldi aklıma, fakat daha sonra başka firmayla da gidebileceğimizi düşünüp uygun firma olup olmadığına baktım. Orange Ways firmasından pazar sabahı 7.30 arabasına bilet aldım. 6 saat sürecek olan Prag-Budapeşte yolculuğunun maliyeti 20 Euro.

Bileti aldıktan sonra eski şehir kısmına doğru geçiyoruz. Zaten şehirde mekanlar birbirine oldukça yakın. Saat kulesine gidiyoruz. Bu saat kulesi astronomik saat kulesi ve türünün Avrupa'daki tek örneği; 13. yüzyılda yapılmış. Burası Namesti meydanında bulunuyor. Zaten bu meydan turistlerin uğrak noktası çünkü meydan çepeçevre mükemmel binalarla sarılmış. Saat kulesinin oraya gelmemizin asıl sebebi başkaydı. Dün gece tanıştığımız oda arkadaşlarımız olan iki Kosta Rika'lıdan her gün saat 11 ve 14 te saat kulesinin önünden başlayan ücretsiz tur olduğunu, iki saat sürdüğünü öğrenmiştik. Mutlaka gidin demişlerdi ayrıca.

Saat kulesinin önünde, elinde açılmış olarak üzerinde free tour yazan şemsiyesi bulunan adama doğru gidiyoruz. Biraz sonra sayı da artıyor, yaklaşık 30 kişilik bir grup oluyoruz. Tur rehberimizin adı Bryan, kendisi İrlandali fakat Prag'da yaşıyor.

Free Prague City Tour
Oldukça hoş sohbet ve esprili biri. Saat kulesinin önündeyken tabi ilk olarak kulenin hikayesini anlatıyor. Daha sonra kısaca Çeklerin tarihinden başlıyoruz konuşmaya. Bir çok kişinin hoşlanmayabileceği (ki ben onlardan değilim) tarih faslı oldukça eğlenceli geçiyor. Bohemya topraklarının hikayesini dinliyoruz. Sırayla geziyoruz eski şehrin önemli yerlerini ve anlatıyor Bryan sürekli.

Prag'da görülecek o kadar çok yer var ki... Budapeşte ve Viyana'da neden tek tük turist olduğunu şimdi anlıyorum;herkes Prag'da da ondan :)

Eski şehir civarındaki önemli bölgelerden biri de buradaki Yahudi mahallesi yada diğer ismiyle Josefov bölgesi. Yahudilerin en kutsal şehirlerinden biri Prag. Yüzyıllarca buradaki mahallede getto hayatı yaşamaya zorunlu tutulmuşlar, bölge dışına çıkışları bile yasakmış. Burada bir sürü sinagog var, dışardan görüp hikayelerini dinleyip yanlarından geçiyoruz. Bu mahallede çok eski bir Yahudi mezarlığı da var. Yahudilerin bölge dışına çıkmaları yasak olduğundan ve sadece buradaki mezarlığa gömülebildiklerinden dolayı, metrelerce derine inen mezarlar yapılmış burada. Tam sayısını kimse bilmese de bu mezarlıkta 100 bin civarında kişinin olduğu tahmin ediliyor. Josefov'da bir Yahudi olan Kafka'nın da ilginç bir heykeli var

 Franz Kafka heykeli
Sanatsal anlamda da her zaman hareketli bir şehir olmuş Prag. Kıymetinin bilinmediği Viyana'dan çok Prag'ı severmiş örneğin Wolfgang Amadeus. Dolayısıyla burada çok sayıda klasik müzik konseri, opera... fırsatı var. Ayrıca salonlar büyük olduğu için, konserler başlamadan hemen önce boş yer kaldığı takdirde çok ucuz biletler bulabilmeniz de mümkün.

Prag'da free tur sırasında bir çok güzel şey daha görüyoruz ve eğlenceli geçen turumuz tekrar başladığımız yere yakın bir yerde sonlanıyor. Free tur olayında bahşiş usulü geçerli, fakat hiç bir zorlama, en ufak bir ısrar yok. Sadece hakettiğimi düşünüyorsanız, bahşiş verirseniz sevinirim diyor Bryan. Eğer Prag'a giderseniz, astronomik saat kulesinin altına 11 veya 14 te gidin ve sari şemsiyesini açıp free tur yaptığını cümle aleme gösteren adamın peşine takılın.

Turla birlikte belli başlı yerleri gördük fakat daha hala bir sürü yer var. Hele ara sokaklar... Prag'da tarihi bölgenin nerdeyse tamamı arnavut kaldırımı taşlarla döşeli. İstanbul'da gördüğümüzde hoşumuza giden binalardan binlercesi de bir arada olunca (ki arada ayrık otu gibi sırıtan niteliksiz yapılar da yoksa- ki yok-) değmeyin keyfime. Fotoğraf çekmek için o kadar güzel kareler var ki. Her bir ara sokağı gezmeye değer buranın. Sokakları, kafeleri...Her şeyiyle büyüleyici bir şehir Prag. Mutlaka gelin buraya, ne demek istediğimi o zaman daha iyi anlayacaksınız.

Öğleden sonra tekrar hostele dönüyoruz. Zaten hostelimiz de eski şehir kısmında olduğu için hostele gelmemiz 10 dk sürüyor. Günlerdir dolaşıyoruz ve yemek faslını farklı şekillerde geçiriyoruz. Bu hostelde gün içinde kullanabileceğimiz güzel bir mutfağımız da var. Malzemeleri Bila'dan aldıktan sonra (Bila bu coğrafyada bir çok ülkede şubesi olan süpermarketler zinciri) hostelde menemen yapıyorum.Yeme de yanında yat cinsinden hani :)

Yemek, dinlenme filan derken tekrar hostelden çıkmamız 1 saatten fazla zaman alıyor (fakat bu pit-stoplar geziyi çok daha zevkli hale getiriyor)
Bu arada hava durumundan da bahsedeyim. Sabah hava biraz kapalıydı ve herhalde yağmur yağacak diye tahmin etmiştim. Öğleden sonra 20 dk kadar yağdı ama o bile çok güzeldi gerçekten. Onun dışında günlük güneşlik olmasa da gayet güzeldi hava.

Tekrar hostelden çıktığımızda hedefimiz belliydi. Astronomik saat kulesi. Öncesinde biraz dolandık. Prag'da çok fazla hediyelik eşya dükkanı var. Daha önce gezdiğim hiç bir şehirde görmediğim kadar çok dükkan. O dükkanları, tezgahları gezmek bile çok zevkli gerçekten. Ve saat kulesi. Gün içinde çokca önünden geçtiğimiz, 600 yıllık kule. Bilet alıyoruz, 2 öğrenci 1 yetişkin 10 euro tutuyor. Kulenin tepesine çıkıyoruz. Mükemmel Prag manzarasını izliyoruz büyük keyifle.

Astronomik saat kulesinden Prag manzarası
Buraya gelip de bu kuleye çıkmadan sakın ayrılmayın buradan. Ayrıca kuleye çıkarken saat başlarında kulenin tepesinde olmaya gayret ederseniz iyi olur. Çünkü her saat başı, geleneksel hale gelmiş bir aktiviteye tanıklık etme şansınız var. Geleneksel kıyafetlerini giymiş bir borazancının saat başı kulenin 4 bir tarafından da borazan çalmasını ve aşağıda bekleşen neşeli grubun buna coşkuyla karşılık vermesini, arka plandaki eşsiz Prag manzarasına bakarak izleyebilirsiniz.

Saat kulesinde saat başı yapılan seremoni
Akşam üzeri 5 te yukarıda olduğumuz için bunu bizzat izledim. Yaklaşık 30 sn sürüyor, hani çok da fazla beklentiye girmemek lazım. Fakat insanların coşkusuyla da birleşince unutamadığınız bir ana tanıklık etmiş oluyorsunuz. Akşam 5 in bir başka güzelliği de kuleye çıkarken gündüz olmasına rağmen biz kuledeyken güneşin batması ve aynı zamanda akşam görüntüsünü de görmekti bu güzel şehrin. Yaklaşık 40 dk yukarda kalıp bol bol fotoğraf çekip video kaydı da yaparak manzaranın keyfini çıkardıktan sonra aşağıya iniyorum. Şu anda meydan çok hareketli, oldukça da kalabalık. Müzik söyleyip çalgı çalarak ilerleyen bir grup geçiyor. Onlarla birlikte etraftaki insanların neşesi de artıyor. İnsanı mutlu edecek o kadar çok şey var ki. Tekrar körlemesine sokaklara dalıyorum. Şu anda hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlarla dolu bir sokaktayım. Sağlı sollu, sokak boyunca dükkanlar ve yolun ortasında da tezgahlar var. Birbirinden güzel cicili bicili şeyler satıyorlar.

Prag-Sergiler

Tezgahtarlar arasında ara sıra Türkçe bilenler de var; hatta bazıları baya iyi konuşuyor. Muhtemelen Balkan kökenliler diye düşünüyorum. Dolanırken yine yolumuzu kaybediyoruz; fakat sıkıntı yok, amaç ne de olsa gezmek. Charles köprüsüne oldukça yakın olduğumuzu tabelalardan anlıyorum fakat köprüye yarın gideceğiz. Bugün erken paydos edip biraz fazla dinlenicez. Saat 7 ye doğru geliyor. Hostele dönüyoruz. Şöyle sıcak bir duş aldıktan sonra kendime geldiğimi hissediyorum. Hostel oldukça sessiz zaten. Laptop umu alıp yatağımda uzanaraktan internette sörf moduna giriyorum. Ve günü, yaşadıklarımı tekrar yaşıyorum kafamda...

Bohemyadayım ya hani ondan mıdır bilinmez ama acayip bir bohemlik var üzerimde. İyice alıştım sırtta backpack imle ordan oraya gezip benim için bilinmez olan yerleri keşfetmeye. Bilinmeyeni kovalamaya adeta. Herkesin yapısı farklıdır tabi. Kimisi bu tarz maceralı olaylara pek girmek istemez; evinde, alıştığı çevrede mutlu bir şekilde yaşamını sürdürür. Kimisi de tatile çıkarken daha çok tur şirketleri yada planlı organizasyonlara dahil olup rehberler eşliğinde gezerler her tarafı; oysa bu kısım da fazla didaktik gelir bana. Ben ise elimde harita, şehri kendi yön duygumla gezmeyi, sokaklarda kaybolmayı seviyorum. Hostellerde tanımadığım kişilerle aynı odayı paylaşıp, farklı ülkelerden dostlar edinmekten hoşlanıyorum. Bazen güven sorunu yaşayabilirsiniz fakat heyecan olması tatilinizi oldukça eğlenceli bir hale getiriyor. Nerde sabah orda akşam fikri değil bu. Sadece bilinmezliğin gizemini iliklerinize kadar hissetmenin verdiği endişeli bir heyecan hali...

Viyana-3

Sabah kalkış, duş, kahvaltı derken saat 9.30 olmuştu. Çantalarımızı hazırladık. Otobüsümüz akşam 6 da olduğu için, 10.30 da check out yapacak, çantaları hostelin bagaj odasına bırakacak ve akşam 4 gibi tekrar çantalarımızı alıp Prag a doğru hareket edecektik.

10.30 a doğru hostelden çıktık. Bugünkü programımız artık indoor mekanlar. Hofburg Sarayı’na gidiyoruz  yine. Bilet 12 Euro. Bu biletle 2 farklı bölüm gezilebiliyor. İlki hemen Hofburg’un sağ tarafında kalıyor. İçerisi mükemmel gerçekten. En ince ayrıntısına kadar düşünülerek yapılmış ince işler, mimari harikaları; estetik açıdan doyuruyor sizi nereye baksanız. Avusturya merkezli bir müze burası. Avusturya tarihinde önemi olan her şey var içerde. Dolayısıyla Avrupa tarihi açısından da önemli bir mekan. İlk olarak savaş aletleri ve özellikle şövalye kıyafetleriyle alakalı bölümde vakit geçiriyoruz. Özellikle şövalyeliğin bizde pek karşılıği olmadığı için ilgimizi çekiyor bir hayli. Müze oldukça büyük, buna rağmen çok güzel parçalara ayrılmış, odaların düzenlemesi müzecilik açısından son derece profesyonel.

Müzenin ikinci bölümü müzik aletleri ve Avusturyalı müzisyenlerle ilgili. Her türlü müzik aletinin en ilkel halinden günümüze gelene kadarki gelişimini görüyoruz burada. Ve tabi müzisyenler. Viyana denince akla ilk gelenlerden biridir zaten klasik müzik. iPod uma yüklediğim klasik müzik klasörünü dinleyerek dolaşıyorum bu bölümde. Mozarttan, Haydn’a, Schubert’e… O kadar çok ve hepsi birbirinden değerli sanatçı var ki bu topraklardan çıkma. Onların şahsi eşyalarına, çocukluk ve erişkinlik fotoğraflarına bakarak geziyorum bu bölümü. Örneğin 13 yaşındaki Beethoven:



Ardından bizi en çok yaralayan kısma geçiyoruz. Efes ile ilgili kısım. Kendi topraklarımızın, Anadolu'nun bağrından koparılıp, çalınıp burada segilenen 100 lerce eser.




Öyle bir kaç tane 10-20 tane olsa neyse, 100 lerce var, tam üç kat Efes bölümü olarak ayrılmış. Üzülüyorum ve bunlara sahip çıkamadığımız için bize kızıyorum.

Bu müzeyi gezmek yaklaşık 2 saat sürdü, zaman olsa daha çok vakit ayrılabilirdi. Daha sonra Hofburg’un karşısındaki Kunzst Tarih Müzesine gidiyoruz. Girişin sağ tarafından itibaren gezmeye başlıyorum. Mısır bölümüyle başlıyor bu kısım. İlk defa gerçek mumyalanmış ceset görüyorum; binlerce yıllık. Ve Mısır’a ait aklınıza gelebilecek her şey, adeta piramitler dışında Mısır’dan da her şey alınıp buraya getirilmiş. Hiyeroglif yazılı binlerce yıllık papirüsler, mezar taşları, asil duruşunu asla bozmadan duran heykeller. Çok etkileyici bir bölüm burası.

Daha sonra Antik Yunan dönemiyle ilgili bölüme geçiyorum. Tahmin edebileceğiniz gibi çoğu heykelden oluşan bu bölümde aklınıza gelebilecek her mitolojik ve tarihi figürü görmek mümkün. Bu bölümde de baya vakit geçiriyorum. Sayılamıycak kadar çok ve fazla sayıda çeşitli dönemlere, farklı uygarlıklara ait eserleri görüyorum.

Daha sonra 100 lerce yıllık tabloların sergilendiği bölüme geçiyorum. İçerde binlerce tablo var.




1 saate yakın burada vakit geçirmeme rağmen ancak yarısına bakabiliyorum. Zaman kısıtlı olduğundan tam olarak bitiremeden müzeden çıkıyorum. Artık başka sefere diyorum içimden. Bu arada Viyana’da gidilebilecek onlarca büyük müze var. Tek seferde bitirilebilecek bir şehir değil Viyana, hele de 3 günlüğüne buradaysanız.

Saat 3 civarında tekrardan hostelin yolunu tutuyoruz. Bir şeyler yedikten sonra çantalarımızı alip otobüs terminaline doğru yola çıkıyoruz. Erdberg de indikten sonra artık terminaldeyiz. Daha önce başka ülkelerde görmediğim şekilde, burada otobüsler için de kalkmadan 30 dk önce check-in yapılıyor. Ve ben şu an check-in için bekliyorum. Saat 17.10, 20 dk sonra check-in yapacaz, 18.00 da da otobüsümüz kalkacak. Şu ana kadar mükemmel zaman geçirdik ve Allah nazardan saklasın hiç bir aksilik yaşamadık. Artık yazmaya Prag’dan devam edicem.
Saat şu an 23.54 . Prag 'da, hosteldeyim. Yolculuk 4 saat sürdü. Baya çılgın bi şoförümüz vardı. Yüreğimiz hoplayarak geldik resmen. Uzun farları nadiren kullandığı için, kapkaranlık yolda bir kaç sefer az daha kaza yapacaktık. Bu arada Viyana-Prag yolunun nerdeyse yarısı tek gidiş tek geliş şeklindeydi, bu da gecenin hayal kırıklıkları arasında yerini aldı. Bu arada odamızda 2 Kosta Rika lıyla tanıştık. Avrupa'da seyahat eden 2 Kosta Rikalı genç. Yarın Prag'tan ilk izlenimleri yazmaya başlıyorum...  

10 Şubat 2011 Perşembe

Viyana-2

Sabah erkenden dinlenmiş olarak kalktım. Duşun ardından sabah kahvaltısı ve enerjik bir şekilde güne başlıyorum. Saat 9 da hostelden cıkıyoruz. Bisiklet noktalarından bize yakın olanından bir bisiklet alıyorum. Ve bisiklet ofisine gidiyoruz. Ordan iki bisiklet kartı cıkardıktan sonra artık herkesin bisikleti var ve rahatlıkla dolaşabilecez artık. Spontane olarak sürüyorum bisikleti. O kadar cok yer var ki, haritaya bakarak ilerlemeyi bırakıyorum ve yol nereye götürürse oraya gidiyorum,hakketen yol nereye götürürse... İlk başta kafamıza göre takılıp işaretlere, tek yön tabelalarına dikkat etmeden bisiklet sürerken polis uyarıyor bizi. Tek yön yazan tabelalara bizim de uymamız gerekiyor. Burada şunu da belirteyim ki, Viyana'da her tarafta bisiklet yolu var ve bisiklet aktif olarak trafikte çok fazla kullanılıyor. Trafiğin tek şeride düştüğü yerlerin bile bir çoğunda bisiklet yolu için yarım şeritlik yer ayrılmış. Bazen sağa dönen arabalar için sağa geçiş şeridi filan olduğunda bisiklet yolu orta şeride geliyor ve sağınızdan solunuzdan araba geçiyor. Fakat bisiklete karşı herkeste öyle bir hoşgörü var ki, trafikte bisikletli olmak çok rahat burada. Bisiklet yolu varken kesinlikle o yoldan gitmeniz isteniyor. Kaldırımdan yaya, bisiklet yolundan bisiklet. Hatta yaşlı bir teyzeden azar bile işitiyoruz. Karşıdan karşıya geçerken kırmızı ışıkta bekliyoruz fakat soldaki bisiklet yolunda değil de hemen sağındaki yaya kaldırımındayız. Teyzecik hemen uyarıyor bizi Almanca olarak. İlk önce İngilizce sonra bozuk Almancamla onu anlamadığımı söylüyorum fakat yine de devam ediyor bizi paylamaya. Ama kızgınca değil, bilinçli bir vatandaşın yapması gereken şekilde incelikle bizi azarlıyor. Kızıyor muyum ona? Hayır, çünkü haklı. Bir Viyanalı olarak şehrin kurallarını uygulamak ve uygulanmasını sağlamak meselesini mesele edinmiş çünkü. Doğrusu da bu değil mi zaten?

Bisikletimizi Tunaya doğru sürüyoruz. Atalarımızın at sürdüğü bu nehrin kenarında biz de bisiklet sürüyoruz :)

Çocukça sürüyoruz hem de, büyük bir keyifle. Bu şekilde Tunayı geçerek Viyananın perifer bölgelerine geliyoruz. Burada artık Türklere rastlamak çok olası. Büyük gayretlerle sora sora bir cami buluyoruz.

Daha sonra geri dönerken Augarten a uğruyoruz.


Viyana'daki bir çok park, bahçeden biri. İnsanların şehir yaşamının stresinden uzaklaşabileceği güzel bir mekan. Bir süre sonra artık haritanın da dışına çıktığımız için yön bulmakta zorlanıyoruz. Bir süre yanlış yöne gitsek de sora sora bağdat bulunur misali doğru yolu buluyoruz. Hatta bir seferinde üç bisikletlinin haritaya uzun uzun bakarak konuştuklarını gören bir genç yanımıza yaklaşıp yardımcı olabileceğini belirtiyor, seviniyoruz. Centruma dönüş biraz zaman alsa da varıyoruz sonunda. Sabah 9.30 dan beri bisiklete biniyoruz ve saat 4 ü geçti. Yani pit-stop zamanı çoktan geldi.

Hostele dönerken yine Mariahilstrasse den yürüyoruz. İlginç bir kare yakaladığımı düşünerek makinayı çıkarıyorum ve tripodla çekim yapıyorum. Ardından elimde makina uygun kare yakalamak için etrafa bakınarak yürüyorum. Fakat o da ne. Sağ ayağımı yere basmamla o vıcık vıcık kıvamı hissetmem bir oluyor. 'Ohh shit' diyorum gerçekten. Bugüne kadar köyde bile böyle bir şeyle karşılaşmamışken sen gel Viyana'nın en işlek caddesinde boka bas. Şansın böylesi diyorum, temizleyene kadar da canım çıkıyor. 5 e doğru hostele varıyoruz. Yine duş ve uyku faslı. 8 de kalkıyorum, artık tamamen dinlenmiş durumdayım. Hostelden çıkıp McDonald amcamıza gidiyoruz. Siparişi alan gencin daha önce arkadaşıyla Türkçe konuştuğunu gördüğümden, Almanca ne istediğimizi sorduğunda merhaba diye cevap veriyorum, seviniyor. Karnımızı da doyurduktan sonra tekrar bisikletlere biniyoruz. Hedef Belediye binasının arka tarafındaki insanların gece akın ettikleri yer. Buraya geliyoruz. Bir parkın içindeki oldukça büyük bir alana buz pateni pisti kurulmuş ve insanlar 7 den 70 e kayıyorlar burada.


Arka planda da dj eşliğinde hareketli parçalar. Akşam olduğundan hava soğuk fakat herkesin içi kıpır kıpır. Curling benzeri oyun oynayanları izliyoruz. Bu oyunların sokakta da oynanabileceğini görüyorum. Bir süre daha buralarda dolandıktan sonra tekrar bir bisiklete binip yine ara sokaklarda dolanmaya başlıyoruz. O kadar keyifli ki gerçekten. Burada can alıcı nokta bisiklete binmeyi hiç bilmediğiniz ve sürekli sizi şaşırtacak bir mekanda yapmak. Vakit ilerledi yine. Yine hostele dönmek lazım. Hostelde odamızda bizden baska Mikey adında genç bir Alman var. Spor akademisi tarzında bir okulun sınavları icin gelmiş, çok iyi birisine benziyor. Bu satırları yazarken saat de gece 1.13 oldu. Nihayet gezdiğim günü yazı olarak yakalamayı başarabildim, çünkü biriken günleri ayrı ayrı yazmak oldukça zor oluyor. Yarın Viyana'daki son günümüz. Akşam 6'da Prag arabasına binerek yeni bir maceraya, hüznün ifadesi Kafka'nın memleketine doğru yola çıkacaz.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Viyana-1

Sabah erkenden kalktık. Acele acele hostelden çıktık. Koştura koştura metroya binerekten otobüs terminaline gittik. Otobüsümüz sabah 7 de hareket etti. Tahmini yolculuk süresi 3 saat. Avrupa'da tren genellikle otobüsten daha pahalı oluyor. Otobüs biletleri genellikle ucuz. 26 yaş altında ise daha da indirimli (Fakat bu indirim bileti Avusturyadan alırken 12 yaş altı şeklinde oluyor). Budapeşte-Viyana seferi kişi başına 10 Euro ya mal oluyor. Yolculuk oldukça rahat. Zaten otobüsün çoğu boş. Orta Avrupa'da dümdüz yollarda ilerliyoruz. Sınıra gelince yapılan pasaport kontrolü de 1 dk da bitiyor. Ve artık Avusturya topraklarındayız.

Otobüs ilk olarak havaalanına uğruyor. Ardından da son durak olan Erdberg International Bus Terminal e geliyor. Burada otobüsten iniyoruz. Her zaman yaptığım gibi hemen bir sonraki yolculuğumun biletini alıyorum: Viyana-Prag ; 4 saat sürecek bu yolculuğun maliyeti de 19 Euro.
Biletleri aldıktan sonra U3 metro hattına gidiyoruz; terminalden çıkınca hemen yolun karşısında kalıyor. Gelmeden önce şehirdeki ulaşım ve maliyetiyle ilgili bilgi sahibiydim (Dost Yayınevi nin cep boy kitapları. İçinde haritasi da var, çok faydalı). Viyana'da 3 gün kalacaktım. Metro ve diğer taşıtlarda tek bilet 1,80 Euro 72 saatlik sınırsız kart ise 13,60 Euro. İlk başta sınırsız almak cazip geliyor. Fakat Viyana'da mekanlar birbirine çok yakın ve şehirde ulaşım için çok daha cazip, ayrıca zevkli bir metod var; bunun ne olduğunu yazının ilerleyen kısımlarında paylaşıcam. Tek binişlik bileti makinadan alıyoruz. Metro girişlerinde görevli yok. Gişe filan da yok, sadece bilet okutulan makinalar var. Yani isterseniz bilet almadan elinizi kolunuzu sallayarak geçebilirsiniz. Yalnız bir kontrol olup da biletsiz yada okunmamış biletsiz yakalanırsaniz 70-80 Euro civarında cezası var. Riske girmeyip bilet aldık biz de.

Metrodan WestBahnhof durağında iniyoruz. Oldukça merkezi bir meydana çıkıyor burası. Hostelworld deki adres tarifi ile-ilk başta biraz zorlansak da-hostelimizi buluyoruz. Adeta otel ile hostel arası bir yer burası:Westend City Hostel.

Westend City Hostel-Viyana
Herkese tavsiye edebileceğim çok merkezi ve güzel bir hostel, oldukça profesyonel bir işletme yapısı var (hostellerde alışık olmadığımız şekilde). Biraz erken gelmiştik buraya. Saat 11 filandı. O saatte halen temizlik devam ediyordu. Back-pack lerimizi luggage-room a bırakıyoruz. Ve ilk izlenimi edinmek üzere centrum a doğru gidiyoruz. Hostele 1 dk mesafedeki Mariahilstrasse den ilerliyoruz. Burası Viyana'nın en işlek ve canlı caddelerinden. Aheste yürüyüşle yaklaşik 20 dk da tarihi mekanların toplandığı bölgeye geliyoruz. Gerçekten büyüleyici bir atmosfer var, etkilenmemek elde değil. Etrafta o kadar ilginç, birbirinden güzel binalar, yapılar, heykeller var ki...

Kabaca tarif edersem; birbirine bakan 200 metre aralıklı iki önemli bina var, bu binalar şu an muze olarak kullaniliyorlar. Bu iki binanin ortasindaki meydanda tahtina oturmus krali ve etrafindaki adamlarini gosteren etkileyici bir heykel...


Bu iki binayla 90 derece açı yapacak şekilde 300 metre karşılarında ise meşhur Hofburg sarayının girişi var. Çevre düzenlemesi zaten süper, bir de havanın bizden yana olması eklenince değme keyfime. Çimenlerin üzerine oturup etrafı seyretmek ve tabi yatıp çimenlere güneşlenmek bir güzel. Bu mevsimde 18 derece sıcaklık, daha ne istenir ki?

Daha sonra Hofburg Sarayina gidiyoruz. Aynen Topkapinin avlusuna girisin serbest olmasi gibi, burada da sarayin ici disindaki yerleri gezmek serbest. Su an icin kisitli vaktimiz oldugundan sarayin icini gezmeyi baska gune erteleyip bahcede dolasiyoruz. Bu arada vakit ilerledi baya. Simdi hostele donup odamiza yerlesmeli ve biraz dinlenmeliyiz. Donus her zamanki gibi yorucu oluyor. Fakat hostelimizin yeri o kadar merkezi ki...Etrafi seyrederek ilk kez geldigim bu guzel sehirde yol almak cok keyifli.

Hostele gelip esyalarimizi yerlestirdikten sonra dus alip yatisa geciyorum. Kalktigimda yaklasik 2 saat uyudugumu farkediyorum. Ama boyle bir uykuyu uzun zamandir uyumamistim. Gunlerin birikmis yorgunlugu bu ani bekliyordu sanki vucudumu terketmek icin.Yeniden dogmus gibi uyanmak ve o guzel uyku mahmurluguyla birikte aksamin planini yapmak... Bu guzel sehri simdi de takilarini takmis olarak, isil isil gormek...

Tekrar ayni guzergahi izleyerek, Mariahilstrasse den dogru tarihi eserlerin yogun oldugu mekanlara dogru ilerliyoruz. Viyana'da isiklandirmalar da cok hos gercekten; gozu yormuyor ve sehre doyumsuz bir hava veriyor. Once anayollardan ilerleyip belli basli yerleri goruyoruz. Ardindan ara sokaklara daliyoruz; gecenin sessizliginde issiz fakat isil isil Viyana sokaklarinda dolasiyoruz.

Boş Sokaklar-Viyana
Bu gunun onemli kazanimlarindan biri de bisiklet olayini halletmek oluyor. Durumu soyle aciklayayim: Viyana'da City Bike denen bi olay var. Trafikte bisiklet kullanimini artirmak ve sehrin bu sekilde gezilmesini saglamak icin sehrin bir cok onemli noktasina bisiklet istasyonu kurulmus( 60 tan fazla nokta). Buralarda park etmis halde bir suru bisiklet var, tabi kilitli olarak.

Citybike-Viyana
Her noktada bir tane kayıt, kontrol makinesi var. Kredi kartinizi kullanarak sisteme kayit oluyorsunuz. Kullanici adi ve parola belirliyorsunuz. Daha sonra herhangi bir noktadan kredi kartinizi makineye soktugunuzda orda bos olarak bulunan bisikletlerden birini seciyorsunuz, sifrenizi girdikten sonra bisikletin kilidi aciliyor. Isiniz bitince de herhangi bir noktadaki bos bir bolume bsikleti kilitleyerek birakiyorsunuz. Kilit dedigim mekanizma da, bisikletin govde kismina yerlestirilmis bir aparatin istasyondaki uygun yerlere anahtar-kilit tarzinda oturtulmasi seklinde. Bu isin maliyet kismi ise soyle. Bisikleti aldiktan sonra ilk 60 dk ucretsiz. 60 dk dolmadan tekrar bisikleti bos bir noktaya biraktiginiz takdirde tek kurus odemiyorsunuz. Sadece sistem size 15 dk lik bekleme suresi veriyor. 15 dk sonra tekrardan bisiklet alabilyorsunuz. Ucretsiz faydalanma kismi bu sekilde. Ucretli olarak ise; ilk 60 dk ucretsiz, ikinci 1 saat 1 Euro, sonraki 1 saat 2 Euro ... seklinde gidiyor. Zaten amac sirf bisiklet binmek degil bisiklete binerek sehri gezmek oldugundan 60 dk oldukca yeterli bir sure. Bisikleti birakip etrafta dolanmak, bir parka oturmak veya uygun kareler yakalayip fotograf cekmek, istediginizi yapabilirsiniz. Kredi karti olmayanlar icin ise, Hofburg Sarayinin arka tarafinda bir ofisleri var ve burada bicycle card tarzinda bir sey cikartabiliyor, 20 Euro depozito birakarak kart alabiliyorsunuz. Bu kart icin gunluk 2 Euro veriyorsunuz. Onun disinda ucretlendirmesi kredi kartinda oldugu gibi. Yalniz bisikleti kaybetmeniz filan gibi bir durum soz konusu oldugunda 600 Euro kartinizdan cekiliyor. Fakat Viyana oldukca guvenli bir sehir. Zaten her tarafinda reklam olan o bisikletleri kim calsin ki?
Sonuc olarak kredi kartimla sisteme giris yaptim ve bir bisiklet aldim. Aksam 11 de bos Viyana sokaklarinda dolasiyorum, ara sokaklara daliyorum, ruzgarin serinligini hissediyorum tenimde(fakat aci aci sovmuyorum yuzumu kirbaclayan ruzgara). O kadar mutluyum ki. Her yolculuk oncesi insanda heyecanla birlikte bir tedirginlik de vardir, hele ki butun ayrintilari, yolculuk guzergahini, kisacasi herseyi sen planlamissan. Fakat seyahat boyunca guzel seyler yasadikca endise yavas yavas cekilir ve mutlulukla birlikte yeni seyler kesfetme heyecani sarar sizi. Artik bisikletle seyahat surecimizi iyice kolaylastirmis ve yorgunluk payini minimuma indirmis oldum.

Bisiklet keyfini 3 kisi tek bisiklet seklinde yasiyoruz simdilik. Sadece benim kredi kartim var cunku. Yarin iki tane bisiklet karti cikartacacaz artik. Vakit de iyice gec oldu. Artik hostele donme vakti. Viyanadan ilk izlenimlerim oldukca tatmin edici. Bu sehirde kesfedilmeyi bekleyen o kadar cok yer var ki, yarini iple cekiyorum...

8 Şubat 2011 Salı

Budapeşte-2

Sabah dinlenmiş bir şekilde kalktım. Şöyle sıcacık bir duş kendime getirdi  yorulmuş bedenimi. Ardından 1. günün devamını yazmaya başladım. Kahvaltı filan derken saat de  9.30 oldu.( Bu arada bu satırlari  Eurolines Budapeşte-Viyana otobüsünden yazıyorum. Hatta şu an Tuna'nın üzerinden geçerek veda ediyorum şehre).

Dediğim gibi 9.30 da çıktık hostelden. Rotamızı öncelikle Peşte kıyısından ilerleyerek Liberty Köprüsünden geçecek şekilde belirledik. Mükemmel bir köprü, görsel olarak New York'taki Brooklyn Köprüsünü anımsatıyor.


Büyük bir zevkle Tuna manzarasının eşliğinde köprüyü adımlayarak Buda'ya geçiyorum.


Şehrin bu kısmında adım başı tarih, görsellik, nitelikli binalar var. Köprüye başlamadan gördüğümüz Citadella Tepesi'ndeki dev heykele artık çok yakınız.

Tepeye doğru aheste adımlarla çıkmaya başlıyoruz. Dolana dolana, koruluğun içinden ilerlemek ve arka planda sessizce akan Tunanın manzarasına göz atmak... Güne mükemmel bir başlangıç; büyüleniyoruz...


Ve tırmanmaya devam... Yoruluyoruz, bir banka oturup manzaraya karşı fotoğraf çekinip dinlendikten sonra devam ediyoruz. Yaklaşık 25 dk sürüyor tepeye çıkmamız. Fakat değiyor gerçekten. Tepede Citadella Anıtı var, yanında da bir sürü farklı heykelcikler...Burada iyice dinlenmek lazım, öyle de yapıyoruz. İçinden herhangi bir su yolu geçen şehirlerin havası gerçekten farklı oluyor; nehir yada güzelim İstanbulumda olduğu gibi boğaz şeklinde olabilir bu. Şehrin havasını tamamıyla değiştirip, her türlü stresi çekilir hale getiriyor, sizi baktıkça başka dünyalara götürüp bütün o şehrin keşmekeşini alıp götürüyor. Tabi Budapeşte tarzı kentlerde zaten stres faktörleri pek az olduğu için stresli insan profiline rastlamak oldukça zor.



Citadella'dan sonra gidecegimiz yer Buda kalesi ve civari. Buraya dogru yola cikiyoruz. Yolda hediyelik esya satan dukkanlara ugrayarak yerel hediyelik esyalari inceliyoruz. Macaristana gelirseniz muhakkak Secret Box i gorun, nasil acildigini kavramaya calisin, oldukca ilginc bir sey;  bir gun gorurseniz daha iyi anlarsiniz :)

Buda kalesine gitmemiz 20 dk suruyor. Nefes alici Tuna manzarasini alabildigine izleyebileceginiz bir tepeye kurulmus saray ve etrafindaki farkli binalar ve bunlari saran kalesi...
9.30 da hostelden cikmistik, Buda kalesinden cikarken saat 3.30 olmustu artik, yani epey bi zaman gecmisti ve daha hala gorulecek baya yer vardi. Budapeste bilindigi gibi uzun sure Turk hakimiyetinde kaldigi icin burada bizden izlere de rastliyoruz. Buraya gelen Turklerin ugrak mekanlarindan biri de Gul Baba Turbesi(Turbeje). Margit adasina oldukca yakin bir yerde, bir tepede yer aliyor. Budapesteye giderseniz buraya da ugrayin.



Gul Baba dan sonra Margit adasina gittik. Margit adasi Tuna Nehrinin uzerinde buyukce bir ada. Uzerinde yerlesim yok. Cesitli tarihi eserler, eskiye ait az sayida bina ve cok sayida spor tesisi bulunuyor. Bu arada sunu ozellikle belirtmeliyim ki, su ana kadar gezdigim hic bir sehirde burdaki kadar fazla sayida spor yapan insan gormemistim. Adeta her 2 kisiden 1 i kosuyor 1 i d ebisiklete biniyor. Bisiklete binmek derken, sportif anlamda bisiklete binmek bu, yani bisiklete ozel kiyafetini giyip kaskini takmak ve her turlu ekipmanla birlikte bu sporu yapmak. Margit adasinda ise sportif faaliyetler tavan yapmis durumda. Margit adasinda biraz dolastiktan sonra, sabahtan beri dolasmanin verdigi o yorgunlukla artik yurumek eziyet halini almisti. Karnimiz da acikmisti tabi. Evrensel mutfagimiz McDonalds da aldik solugu. Bir seyler yedikten sonra iyice dinlenerek kendimize geldik,

Ve yola devam. Simdi Aziz Istvan Bazilikasinin onundeyiz. Tek kelimeyle muhtesem... Onunde buyuk bir meydan var. Oldukca buyuk bir bazilika, her bir detay dusunulmus mimari acidan. Istvan adi Macaristan da cok yaygin. Iki nedeni var diye dusunuyorum. 1 tanesi Bazilikaya adi verilen Aziz Istvan: 1800 lerin sonlarinda yasamis bir din adami ve buradaki en meshur dini kisilik. Bir de Macarlarin eski meshur krallarindan birinin ismi Istvanmis, kralligi sirasinda Macarlarin hristiyan oldugu kisiymis bu da.

Daha sonra buraya  yakin oldugunu haritadan gordugumuz opera binasina gidiyoruz. Belki uygun bir etkinlik vardir dusuncesindeydik fakat herhangi bir sey bulamiyoruz. Artik saat 9 a dogru geliyor. Hostele dogru ilerleme zamani geldi. Cunku yarinki Viyana otobusu sabah 7 de kalkiyor. Yolda hediyelik esya satan yerler var. Bir tanesine ugruyoruz. Daha dogrusu satici bayan isini o kadar iyi yapiyor ki biz de onu kiramayip onunla birlikte dukkana giriyoruz. Bize dukkani gezdiriyor ve bir cok ilginc geleneksel urun goruyoruz. Kardesime bir tisort alarak cikiyoruz burdan. Vaci Utca daydi bu dukan da ve bu caddeden yurumeye devam ediyoruz. Burasi Budapeste nin en bilinen caddelerinden; trafige kapali ve sagli sollu dukanlar, guzel mekanlar var.

Ve hostele geldik. Bu gece erken yatma vakti, yarin erken kalkilacak, yetisecegimiz bir otobusumuz var...

6 Şubat 2011 Pazar

Budapeşte-1

6 Şubat 2011, sabah saat 09.30 da uçağımız Sabiha Gökçen Havaalanından kalktı. Biletleri Wizz Air dan aldım. Oldukça makul fiyatlara İstanbul - Budapeşte uçuşu bulabilirsiniz. Ben 90 Euro ya aldım fakat, uçuştan 20 gün önceye kadar bilet fiyatları 65 Euro civarındaydı.

1 seneden beri yurtdışına çıkmamıs olmamdan dolayı bu seyahat beni çok heyecanlandırmıştı. Hep görmeyi merak ettigim Orta Avrupa'daki 3 ülkenin başkentlerini gezmek... Habsburg hanedanıyla özdeşleşen 3 şehir:Budapeşte, Viyana ve Prag. Mevsim kış fakat heyecanımız dorukta ve 8 günlük program eminim ki muhteşem geçecek.

Uçuş süresi yaklaşık 2 saat. Türkiye ile Macaristan arasındaki saat farki ise 1 saat, yani Budapeşte'ye lokal saatle 10.30 da indik. Budapeşte'deki havaalanının ismi Ferihegy. Wizz air terminal 1 e iniyor.
Ve artık Budapeşte topraklarındayız. Buda ve Peşte olarak Tuna nehri tarafindan 2 ye ayrılan şehirdeyiz. Giriş işlemlerini yaptıktan sonra sıra şehir merkezine gitmekte. Fakat öncelikle döviz bozdurmamız gerekiyor. Burası AB ülkesi olmasına rağmen, kendi para birimi olan Forint i kullanıyor. Bir miktar Forint alıyoruz. Şimdi sıra otobüs için bilet almakta. Otobüs bileti 320 Forint. Otobüsle M3 metro hattına kadar gidip, metroyu kullanarak şehir merkezine gitmemiz gerekiyor. Şansa bak ki havaalanının kapısından çıkmamızla giden otobüsü görmemiz bir oluyor. Artık bir sonrakini bekliyoruz. Fazla beklemeden otobüs geliyor. Fakat ne otobüs ama, oldukça köhne bir görüntüsü var. Neyse biniyoruz. Bileti şöföre gösteriyoruz ama hiç bir tepki vermiyor. Biz de yerimize oturuyoruz. Otobüsle, son durak olan Kobanya-Kisbest e gidiyoruz. Yol boyunca, Budapeşte'nin dış bölgelerine bakarak ilerliyoruz. AB üyesi olsa da ekonomisinin zayıf olduğu her halinden belli oluyor. Nihayet son durağa geldik( Bu arada yolculuk 15-20 dk sürüyor). Metro hemen Kobanya-Kisbest durağının yanında. Öncelikle 10 luk bilet alıyoruz çünkü bu şekilde ulaşım daha ekonomik oluyor. Tek bilet 320 Forint iken 10 luk bilet 2800 Forint tutuyor. Metroya biniyoruz. Fakat bilet soran filan yok. Bakalım biletsiz seyahat nereye kadar diyerekten sorunun cevabını ileri bir tarihe erteliyoruz.

Budapeşte dünyadaki en eski metro hatlarından birine sahip, raylı sistem oldukça yaygın. Fakat çalışan metrolar bizimkilere kıyasla baya eski. Metroya ilk duraktan bindik(M3 hattı) ve Ferenciek Tere durağında inmemiz gerekiyor. Bir durak gittikten sonra metro duruyor ve macarca bir anons yapılıyor. Herkes metrodan iniyor. Biz daha yahu ne oldu diyerekten durumu anlamaya çalışırken, macar bir bayan başka bir araca geçmemiz gerektiğini söyleyerek nazikce bize yardımcı oluyor. Yabancı bir ülkede size yapılan küçük yardımların bile insanı ne kadar mutlu ettiğini bilen bilir.

Tekrar metroya gelirsek, taksim metrosunun iki katı hızla gidiyor. Bir de araç eski olduğu için durması da epey zor oluyor. Derken bizim istasyona geliyoruz. Buraya gelmemiz de yaklasik 15 dk sürdü. Metrodan iniyoruz. Çıkış için kullandığımız yürüyen merdivenler de yaklaşık bizdekilerin iki katı hızda gidiyor. Ilginç diyoruz.

Ve tarihi binalarla bezenmis Budapeşte. Karakterli binalar her tarafta. İnsanı etkileyen ve baktıkça bakası gelen. Oysa daha sadece Ferenciek Tere metro çıkışındaki binalar bunlar. Daha neler var kim bilir?...

Şunu belirtmeliyim ki, bütünmüş gibi görünen bu yazıyı parça parça, fırsat buldukça yazıyorum. Örneğin şu an akşam saat 11.00 ve ben yorgun argın bir vaziyette hostele gelmiş olarak bu satırlari size aktarıyorum.

Bu kısa bilgilendirmeden sonra tekrardan kaldığım yerden devam edeyim. Ferenciek Tere'den sonra hostelimizin buraya yurume 2 dk mesafede oldugunu biliyorduk fakat yönünü belirleme konusunu tam olarak halledememiştik. Bu sırada yaşlıca bir amcamız olmayan ingilizcesine rağmen, hal ve hareketleriyle bize yardım etmek istediğini belirtti ısrarla. Haritamızı gösterdik ve gitmek istediğimiz yeri sorduk. O da takılın peşime der gibi kendisini takip etmemizi istedi. Pekala diyerekten düştük peşine. Koyun gibi takıldık arkasına diyemem çünkü yabancı memlekette her daim ceylan ürkekliğinde olmak evladır, zira tehlikenin nereden geleceğini kestirmek zordur. Lakin amca zararsız bi tipti. Fakat yine de elin oğlu kolay kolay yardım etmez, hem de bu şekilde diye de düşünüyordum. 1 dk içinde bizim hostelin bulunduğu sokağa geldik. Tabi yardımsever amcamız beklendiği üzre, gençler amcaya bi yardım edin moduna büründü. Bozukluk filan bi şeyler verin tarzında kelam edince hakkıdır diyerekten bozukluk bi şeyler verdim. Yine beklendiği üzre klasik ve evrenselleşmiş bir yanıt olarak, "bu ne yahu, dilenciye verilmez bu" yaklaşımı sergileyince klasik türk cevabı olarak öğrenciyiz abi diyerekten olay mahallinden uzaklaştık. Kıssadan hisse: "Elin oğlu kimseye kolay kolay bi şey vermez almadan. Yapıyosa şüpheyi her daim canlı tutmakta fayda vardır" diyoruz ve asıl konuya tekrar geri dönüyoruz.

Hostelimizin önüne geldik. Klasik macaryen bir bina :) Yani eski usül, taştan, büyükce bir bina. Kapı açık, içeri giriyoruz. Apartmanın iç kısmında küçük bir sahanlık var. Üst katlara doğru çıkıyoruz. Ve 2. kattayız. Zile basıyoruz. Hostelde bizi Riiga karşılıyor(isminden emin değilim, bi türlü anlayamadım. Şu macarların garip telaffuz-yazım durumundan dolayı :)) Önce bi form dolduruyoruz, ardından odamıza geçiyoruz.

6 kişilik oda için 3 kişi olarak rezervasyon yaptırmıştık. Odaya girdiğimizde yatan bir kız olduğunu, masanın jack daniels ve çeşitli bira şişeleriyle dağınık vaziyette olduğunu ve hatta odaya sinen alkol kokusunun baya keskin olduğunu görüyoruz. İlk izlenim olumsuz :( Ama her zaman pozitif olmak, çözüm odaklı olmak gezginliğin ön şartlarındandır diyerekten bunları gözardı ediyoruz.
Tabi öncelikle günün yorgunluğunu atmak lazım. Biraz dinleniyoruz. Şimdi çantalarımızı kitleyip sokaklarda turlama zamanı :)

Durun bi dakka. Az daha atlama yaparaktan akşama geçecektim(Çünkü buradan itibaren ilk günün devamını ikinci günün sabahında, duşumu almış, diğer arkadaşların uyanmasını beklerken yazıyorum). Öncelikle 2 gün sonra gideceğimiz viyana için otobüs bileti almak üzere otobüs terminaline gidiyoruz. Giderken metroyu kullanıyoruz. Bu sefer ilk kez bilet okutmak zorunda kalıyoruz, 3. vasıta fakat ilk bilet okutmamız çünkü metro girişinde bekleyen iki görevli var :) Artık metroya aşina sayılırız zira ilk sefer bindiğimiz M3 hattındayız tekrar. Bu sefer Nepliget durağında iniyoruz. Eurolines'ı gösteren çıkışa yönelip bir üst kata çıkıyoruz. Viyana'ya 8 Şubat sabahı gitmeyi planlamıştık, bunun için sabah 7 arabasına bilet aldık. Yolculuk 2 saat 55 dk ve kişi başı 10 Euro. Biletlerimizi aldıktan sonra mutlu bir şekilde yola devam ediyoruz. Dönüşte yürüyerek merkeze gidelim, çevre yerleşimleri de görelim düşüncesindeyiz. İlk önce yanlış yöne gitsek de sonra yolu buluyoruz. Genel olarak düzenli bir şehir. Binalar arasında sırıtan pek yok (en azından merkeze yakın yerlerde). Eski Sovyet ülkelerinin hepsinde olduğu gibi burda da yollar geniş, ferah. Trafik de gayet akıcı ve yayalara karşı oldukça duyarlılar. İstanbul gibi büyük metropollerde alışık olmadığımız yol verme, yayayı görünce çok önceden yavaşlama gibi özelliklerle tekrar karşılaşıyoruz. Yolda çok çeşitli binalar, kiliseler, müzeler görüyoruz; hepsi de birbirinden güzel, fakat burada tek tek hepsinin özel ismini yazacak değilim :)
Biletimizi aldıktan 2 saat sonra yol üzerindeki hostelimize tekrar uğruyoruz. Bi pit-stop yapıp enerji tazelemek lazım. Öncelikle odamıza geldiğimizde ilk anki berbat görüntünün azaldığını ve biraz sonra da hang-over tarzı görünümün Riiga tarafindan toparlandığını görüyoruz. Artık normal bir hostel odasındayız. Riiga ya etrafta süpermarket olup olmadığını soruyoruz, hemen Ferenciek Tere istasyonunun yanında olduğunu söylüyor, yani 2 dk uzağımızda. Çıkıp bi şeyler alıyoruz. Tekrar hostele dönüp yeme içme ardından dinlenme amaçlı biraz kestirme faslı filan...
Akşam 6.30 gibi dışarı çıkıyoruz. Havanın iyice soğuk olacağını düşünerek daha sıkı giyinerek tabi. Çünkü buranın Şubat ayı akşam sıcaklık ortalaması -4 derece. Fakat hava süper. 6-7 derece ve çok güzel. Bu mevsimde hem de burda böyle güzel havaya denk gelmek büyük şans.
Artık Tuna Nehrini görmek lazım değil mi? Zaten hep 5 dk uzaktaydı. Tuna'nın üzerinde bir çok köprü var. Bize yakın olandan doğru karşıya geçiyoruz. Tabi manzara mükemmel. Fotoğraflarını görmüştüm ama burada bu havayı solumak, bu manzaraya tanık olmak müthiş. Boşuna bu güzel şehri almak için onca emek sarfedilmemiş diyorum kendi kendime. Bol bol fotoğraf çekiyoruz. Çok güzel ışıklandırılmış köprüler her tarafta, adeta tunanın boynuna takılmış inciden kolyeler...


Buda'ya doğru ilerliyoruz. Sağ çaprazımızda Kale bölgesi  ve Macar Ulusal Sanat Galerisi ışıl ışıl görüntüsüyle bizleri selamlıyor adeta. Şunu da belirtmeliyim ki sokaklarda fazla insan yok, olanların çoğu da turist sanki... Tabi mevsimin kış olması önemli bir etken muhakkak. Tuna kenarında baya dolaşıyoruz. Derken bir market görüp içeriye giriyoruz. Bakınırken bi köşede çekirdek görüyorum; çekirdek çitlemeyi seven bir milletin ferdi olarak hemen alıyorum tabi. Biraz sonra bir banka oturup Tuna kenarında çekirdek çitletiyoruz. Hostele dönerken yolumuzun önünde Macaristan parlamento binası var. Oldukça güzel ve tarihi bir bina. Etrafta pek görünmeyen polis ve askere burada tek tük de olsa rastlıyoruz. Zamanı olanlar için parlamento binasının içini gezmelerini tavsiye ederim. Ben gezmedim fakat kitaptan okuduğum kadarıyla içi bir hayli güzel.